23 Mayıs 2010 Pazar

bindokuzyüz (25)


iyi ki doğdum, gördün mü 25 oldum...

baka ne kadar yaratıcıyım orkid bir ben iki.

zaman çılgınca hızlı geçiyor dostlarım. bunu ne ilk ne de son söyleyen benim... farkettim ki yaş ilerledikçe daha da hızlı geçmeye başlıyor (bunu da ilk ben söylemedim). hatta şu satırları yazarken farkettim ki yaş ya da geçen zaman ile ilgili ne söylesem önceden söylenmiş olacak, siktiredin.

doğumgünlerinin ehemniyetinden bahsedelim azcık; mesela ben bugün parti falan vermedim. sabah uyandım, kahvemi içtim; gün boyunca oturup chp (cumhuriyet halk PARTİsi) kurultayını izleyip tebrik telefonları ve facebook duvar yazılarıyla ilgilendim. şahsım adına parti düzenlenseydi "ay yooo bu kapitalizm dayatması" diye katılmamazlık etmezdim tabii ki. içer sıçar "üyü kü doooduaam" şeklinde bir kapanışla partinin kamberi olabilirdim.

ama ne yaptım; doğumgünü partisi yapmayan her doğumgünü çocuğu gibi, tüketim toplumu ancak sevgilier gününde aklına gelen her sap gibi, karısı tek taş yüzük istiyor diye evlilik yıldönümünün anlamını sorgulayan her sabit gelirli koca gibi "ne gerek var?" dedim.

enginar dolma, patlıcan salata ve yoğurtlu semizotu eşliğinde gelişen akşam yemeği temalı mini partimin konukları olan anne ve babam nezaretinde içtiğim bir şişe şarap akabinde hala aynı düşündüğüme göre ben haklıyım. ne gerek var? o sabit gelirli koca da haklı, o manita yapamamış sap da...

nedir yani bu kendini özel hissetme eğilimi?

yaşımın 25 olması hasebiyle şöyle film şeridi tadında gözden geçiriyorum da hayatımda hiç coşkunca eğlendiğim bir planlanmış organizasyon mevcut olmadı (planlamış organizasyondan kastım 1993 metallica konseri değil elbet). evet ne benim ne başkalarının onuruna yapılmış hiçbir organizasyona dair çok eğlenceli bir anı yok kafamda. çok eğlendiğim o çok kıymetli zamanlar hep emprovize gelişen "hadi gari sen de gel" temalı buluşmalar. belli tarih ve saatte belli biri adına yapılan organizasyonların hepsi "mecburi eğlenme" temalı olduğundan doğal gelişemedi ve bu yüzden de hatırlanmaya değer bulunamadı bu orta yaşa adım atan beynim tarafından.

peki ya hediye alma seremonisi? aylardır arkadaşlarımdan birine ev hediyesi alacağım diye götüm yırtıldı halen aklıma dişe dokunur bir seçenek gelmiyor. senelerce de gayet yaratıcı bir biçimde okumadığım kitapları kakaladım insanlara. "hediye dediğin işlevsel olacak kardeş" felsefesi ile aldığım hediyeler de ıncık cıncık, süs püs kadar ışıltı yaratmadı o "büyük armağan" bekleyen gözlerde.

sözün özü buradan sözde yakın dostlarıma sesleniyorum;
neden bana parti yapılmıyor götoşlar? bak gecenin şu güzel saatide "içelim güzelleşelim" nidaları eşliğinde aldığınız hediyeleri kucaklamak varken oturmuş fringe izleyip yazı kastırıyorum. yazık değil mi bağa? beyler!! bayanlar!!! (şaka len)

koysalar önüme bariyer de sucuk da yaparım terriyer de.

PS: oyum kılıçdaroğlu'na.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

kabızlık...

kapıldım gidiyorum aşk-ı memnu'nun rüzgarına...

e blog açtım ama yazasım yok benim. aklıma yazacak bir şey gelmiyor. ekşi sözlükte de durum aynı haftada bir (1) entry ile geçiştiriyorum. hani benim kalemim kuvvetliydi, hani yazabilirdim?

en büyük mesele konu bulmakmış lan. konu yok.

kabızım canlarım.