selam ben ev tarhanası. dışarıdan hazır alınmışa benzemez canım, bizzat el yapmı mis gibi tarhana, köy kokulu, ılgıt ılgıt...
gece kafayı yastığa koyar koymaz uyuyabilenlerden olamadım hiç, her gece uyuma amacıyla yatağa kıvrıldıktan ancak asgari yarım saat sonra dalabiliyorum uykuya, ölsem de böyle kalsam da böyle. kimi zaman mikili bir içerik oluyor düşüncemde, kimi zaman gelecek kaygısı, kimi zaman hayal kurmaca, bazen stepne yastıkla konuşmaca... yatakta bu kadar da renkliyim anlayacağınız. harikalar yaratıyorum...
şu an bulunduğum pozisyonda (ev tarhanalığı müessesesi) daha önce 17 yıl çalışmış olup, 6 yıl süresince yalnız yaşayan öğrenciliğe terfi etmişliğim, ardından tenzil-i rütbe neticesinde 2009 yazı sonu ev tarhanalığı pozisyonuna tekrar getirilmişliğimdir tüm kariyerim...
aile ile yaşadığım 0-17 yaş arası ilk periyod azcıcık bebek masumiyeti, biraz çocuk gerzekliği, cabası ergen asabiyeti derken su gibi geçti gitti. o zamanlar kafamı yastığa koyduğumda sahip olacağım evi düşünürdüm hep, pembe panjurlu bahçesinde çocuklarımın koşuşturduğu... aa yok yanlış oldu. böyle sadece bana ait bir bekar evi hayaliyle yanıp tutuşurdum. yeri gelip uyku tutmadığında mobilyalarına, evde düzenleyeceğim atraksiyonlarına kadar salak gibi sabahlara kadar ev düşünürdüm. artık allahın nasıl bir sevgili kuluysam günü geldi hepsi de gerçek oldu. ama allahın sevgli kulluğundan da tenzil'i rütbe olacağım aklıma gelemezdi ki lan....
mini mini birler çalışkan ikiler derken gelmiştik üniversite hayatının da sonuna, okulu uzatmış olmanın verdiği can havlini rahat umursamaz adam tribiyle harmanlayınca bodrum gecelerini bile serinletecek türden bir kokteyl icat etmiş gibiydim. her üniversite mezunu türk genci gibi önce okuldan siktirnamemi alacak, ardından koştura koştura askerlik vazifesini yapmaya gidecek, teskere aldığım gibi şirket kapılarında azami 1 ay sürünecek, iş bulup maaşımı her türk genci gibi ilk arabama yatıracak, ardından eli yüzü düzgün temiz bir kız bulup evlenecek, iki cocuk patlatıp ömrümün geri kalanını göbeğimi şişirip saçlarımı dökerek, çocuklarımı "torun verin bana" diye darlayarak geçircektim ki; bu muhteşem orjinal planlarım belimin sağlığıma vurduğu darbe ile sekteye uğradı. nasıl ki bir genç kız baba evinden koca evine transit geçiş yapmalı, boru hattı döşemeli ise bir genç erkek de aile evinden öğrenci evine oradan kışlaya, ordan bekar evine transit geçmeli. aksi zor. mümkün değil demiyorum bizzat ben mümkün ettim ama zor canlarım.
neyse sadede gelelim, şimdi burada sitemkar cümlelerle anamı babamı size çekiştirecek değilim lakin, toplamda iki üç ders için, ameliyatlı belimle türkiye'nin incisi bir şehirdeki evimi kapatıp çok da bayılmadığım kasabamda tek çocuğu dolayısıyla tek konu başlığı olduğum aile evine dönüş ve burada aylak aylak geçirdiğim 8 ay (sevgili arkadaşlarım sağolsunlar su gibi geçti aslında) sonucunda yavaştan delirme alametleri göstermeye başladım gibi. tek çocuk olmamın verdiği kendini eyleyebilme kabiliyetim yaz sonu tükenecek ki o zaman da umuyorum tsk bünyesinde patates soyuyor olacağım.
böyleyken böyle anam. siz siz olun aksi bir durum olmadığı sürece çıktığınız aile evine tekrar dönmeyin. ebeveynleriniz ozzy & sharon osbourne olsa bile dönmeyin...
22 Nisan 2010 Perşembe
19 Nisan 2010 Pazartesi
aşk-ı memnu 69, bölüm.
"bakıyorum alem sözlükte yazdığını blogda, blogda yazdığını sözlükte paylaşıyor. benim ne eksiğim var?"
"ben bu evin hanımıyım, bunu kimsenin unutmaması lazım, ben adnan ziyagil'in karısıyım."
nasılsınız canlarım? bu hafta siz canım okuyucumu ihmal ettim farkındayım ama tam da aşk-ı memnu saati sınavım vardı. şu an sizin için hasta hasta klavye başındayım, toparlayamıyorum, madde madde yazacağım.
-bir erkek olarak beren saat'i çok güzel buluyorum ve sanırım üzülmesine kıyamıyorum. o yüzden behlül ve nihal ikilisi ölmenizde bir sakınca yok.
şu kızın üstüne gitmeyin abicim. şu son bölüm bakıyorum ağlamalar dellenmeler bence gayet de güzel oynuyo. özellikle final sahnesinde içim burkuldu lan. ben buraya dalga geçmeye geliyorum ağlamamak için zor tuttum kendimi.
-"ah bihter çok ayıp belki bunu açıklamak ama içimde tutamadım."
"her şey o kadar romantikti ki."
"behlül, behlül her zamankinden ne kadar farklıydı o kadar romatikti ki"
"gecenin başından beri bana sevgilisi olduğumu hissettirdi."
"behlül bugüne kadar tandığım kadınlardan çok farklısın dedi."
"sende arınmak istiyorum dedi."
"dün gece yeni bir behlül tanıdım bihter."
nihal reklam ajansı behlül haznedar'la seks saati'ni gururla sundu. e bizi de siksin bari, vallahi aklımız kaldı.
-çetin özder'in eve bak, hele hele... herif istanbul arkeoloji müzesi'nde yaşıyormuş da bilmiyormuşuz... zenginlikten çok soğudum yalnız, şöyle plazma tv karşısında kıçımızı başımızı kaşıya kaşıya bi dizi bi maç seyredemeyeceğiz anlaşıldı. hep heykeller, piyanolar, avizeler, abajurlar. otel lobisi gibi laaan... ay içim bulandı.
-bölümün kötüsü cemile... kimse istemiyor onu, herkes cemile konusunda bihter'e hak veriyor. cemile nasılsa iş bulur. cemile nasılsa cambridge mezunu.
"hatalı olduğuma karar verirsen özür dilerim cemile'den" dedi bihter... ne münasebet, allahın fakirinden özür mü dileceyeceksin bihto? senin bi özrün en az 2,5 milyon yavro bebeğim. pis, fakir, kokuşmuş, ezik hizmetçi parçasından özür dilemek mi, ne münasebet? alt tarafı 1810 yılındayız bihtop; sat köleyi, al köleyi... özür dilemek de neymiş?
"önce beşir, sonra ben; bihter hanım da rahata erecek..." cemile'nin kafaya erişmek için kuru sulu ne varsa getirin bebeğim. hepsini içeceğim. kuru sulu karıştırıp içeceğim...
ev onun gülüüm... seni her platformda savunurum ben cemile lakin bir insanın evinde rahata ermek için seni göndermesine itirazım olamaz. ev onun rahat onun. sen de al bir ev sen de düşünürsün "bu evde benim rahatıma kim, ne mani oleyor?" diye.
-dizide zengin görgüsüzlüğü, hatta hayvanlığı ile fakir terbiyesi, tevazusu arasında bir korelasyon kurmaya çalışıyorsanız o olay bi 40 yıl geride kaldı bebeğim. yaşar usta ve fabrikatör saim bey diyalogları yok artık. biz zenginler de gayet mütevazıyız.
ama hizmetçi tayfası harbiden kafasızmış lan. tekmeyi yeyince kalacak yeri olmadığı için "matmazel hizmetçi barındırma tesisleri"ne sığındılar.
dördüncüye falan söylüyorum. söylemekten bıkmam; yemeyin bizi. ana, baba, kız en aşağı beşer milyardan aylık onbeş milyar geliriniz var oğlum. yemesi, içmesi köşkten. bir gün de burnunuzu çıkarmadınız ordan zaten. alamadınız mı bi toki'den daire? yarını da mı düşünmediniz? nasıl kök salmaktır bu? "bu adnan ölür, kalır, batar, çıkar" da mı demediniz? bu nasıl patrona yamanmaktır? siz resmen ziyagil köşküne yeyici kadrosundan girmişsiniz. müstehak size. hakikaten de dramı gören sürgüne yolladılar sanır. bu üçünün toplam maaşı nihat dengi şirket çalışanınınkinden fazla değilse ben bir bok bilmiyorum.
brrreh... katya, cemile, nesrin, şaheste, süleyman, beşir yetmiyor. büyük temizliğe ekip çağrılıyormuş. vay anasını. benim garip kuş beyinli anama bak sen 120 metrekare evi bedavaya haftada bir dip köşe silip süpürüyor vay gerizekalı. ekip çağırsana. demek maaş verip hizmetçi tutsak bi de büyük temziliğe ekip bulmak gerekecekmiş. ev hanımlığı da zor zanaat kardeş...
-beşir'in durumu kötüye gidiyormuş, olley!.. işin doğrusu diye aşkı yüzünden, patronuna sadakati yüzünden sağlığından olan adam örneğini mi kakalamaya çalışıyorsunuz bize? dizideki yaşı olsun olsun 23-24... bu yaşta adamın canı pahasına sevmesini de sikerim ben sadakatini de, o kadar... biz sağlığını düşünenler bencil, ibne, götoş, sağlığını düşünmeyen beşir azılı romantik oldu canım. sağda müsait bi yerde ineyim ben.
-inanır mısın firdevs'çiğim benim de alışveriş yapmaktan viyanayı gezme fırsatım hiç olmadı. hep alışveriş, hep para harcamaca... gözü kör olsun bu zenginliğin. allahın fakirleri, orta direkleri ne güzel sırtlarına bi çanta alıp geziyorlar kiliseleri, müzeleri. ya biz elit kesim? evropadan 20 çantadan aşağısı geçireni daha dış hatlar çıkışı cemiyet hayatının seçkin yüzleri odunla dövüyor ayol...
bu arada viyana'da deniz mi var? ne mehtabı? varsa da var demeyin mesaj atıp yüzüme vurmayın cahilliğimi. dedim ya alışveriş yapmaktan gezmeye fırsatım olmadı.
-ana kız ne hain ayol bu yöreoğulları? adamın sene-i devriyesi oldu bi helva kavrulmadı, bi mevlüt okutulmadı... şu an belki gülüyorsunuz ama sıkıysa siz yapmayın bakalım eş dost tefe koyuyor mu sizi komuyor mu. iki mevlit şekeri yaptırıp dağıtsaydınız bari anacım. herifin daha mezarı oturmadı herkes anasının tiffany yüzüğünü merak etmekle meşgul. gidin babanızın mezarına da iki ot yolun.
-şimdi behlül; nihal'e çakınca farkettin ki bihter'e olan hislerin yalanmış. hayatının ilk sevişmesi gibi olmuş. ya seneye x'e çakarsan da yine hayatının ilk sevişmesi gibi olursa? ya nihal'e olan hislerin de yalansa? kimi salak yerine koyuyosunuz arkadaşım? herkese aynı lafları mı söyleyeceksin?
görüyoruz ki ki süper ,über fantastiko erkeğimiz haznedar şaraptan da anlıyor. tekne de kullanır, piyano da çalar, am üstünde göt de siker... isveç çakısı mübarek, magic bullet... her zenginlik nişanesini taşıyor. legion d'honneur eksik bi.
herif şirket toplantısına bile atkılı matkılı nişantaşı-suadiye style, komple tikiyiz üniformasıyla gidiyor. freestyle'a bak. memleketin en başat holdinglerinden birinin toplantısına bak hele sanırsın medrano sirki.
behlül'ün holywood-yeşilçam kırması "beni çok sev yalvarırım sana" tipi romantizmi nedir ki? ay tiksindim. lafla sevgi mi olur? aşkım, böceğim deyince aşk mı olur? biz anamıdan babamızdan böyle coşkulu sevgi görmedik kusura bakmayın. sevgi gece uyuduktan sonra gösterildi, ama biz hep bildik sevildiğimizi bu ne mıç mıç? yanıma kova koydum aşk meşk sahnelerinde içine öğürüyorum. ağda gibi yabış yabış.
filaşbeklerden de anladık ki bu behlül olacak götoş ikna etmiş kızı da. oh hem kendine aşık et, öyle evde dal taşak gezmek suretiyle ağzına gözüne zoom yapmak suretiyle, sonra da "senden tiskindim bihter öte git..." yeminle erkekliğimden soğuttunuz beni. lezbiyen oluciim.
.........
-kız evin mahzeni var inanabiliyor musun? sinema salonu da var mı acep?
-bekareti bozdurmayı bilmem ama kürtaj surattan belli oluyormuş. haberiniz olsun.
-peyker de maşallah kaynanası götü dibinden ayrılamıyor. gelin kaynana toprağındandır...
-yuuuh kafadan 20 yıllık çalışanlarının kızı, eline doğmuş insan evi terkediyor hem de senin yelloz karının kovması sonucu, sadece omza iki pıt pıt. insan nezaketen bi sarılır be. hadi canım hadi cemile'm yolun açık ola. sıvaz sıvaz.
-yine yeni yeniden kapı aralığından dinlemece. şu an çöktüm bi köşeye ağlıyorum. artık katlanamıyorum çünkü. keşke bir buzdolabı kutusu olaydı da onun içine girip ağlasaydım. sürekli kapı aralığından devam ediyor lan dizi. ben hayatımda kapı aralığından bir boka kulak misafiri olmadım. ya çevrem adam başı üçer gramdan fazla beyin sahibi, ya da entrika bizim yörelere uğramıyor. çoktan seçmeli.
-bu arabesk tavırlar hiç yakışmıyordu bu eve mi? e katya rus? ondan mı kalıyor. batılı uşak getirtin. elimde çok grotesk uşaklar var ister misiniz?
-bülent'te obsesyon olmuş artık onu farkettik bu bölüm, herif piyano başından sıçrıyo araba sesi duyunca. cam güzeli.
-"nasıldı tekne üşümediniz mi?" cinselliğe yaklaşımın bu işte adnan pıtırcığı. tek derdin üşümeleri he mi? ısıtmışlardır birbirlerini sen nasıl bişi olduğunu unuttun tabi.
-behlül ve adnan ikilisinin spor salonu diyaloglarını bıraktım dağınık kalsın. izlerken zaten güldüm ben bol bol. üzerine bişi katamam diye düşünüyorum. ama behlül ile ortak noktamız varmış bak. her sene aynı planlarla çıkıyoruz ebeveyn karşısına. lakin biz adnan ziyagil tarafından finanse edilmiyoruz. götümde bile çıban çıktı stresten laaan.
...........
aşk-ı memnu izleyicisi ve yorumlayıcısını küçümseyen burnu büyüklere sinkaflı küfürlerimi, siz canım okuyucularıma da kokulu öpücüklerimi yolluyorum.
"ben bu evin hanımıyım, bunu kimsenin unutmaması lazım, ben adnan ziyagil'in karısıyım."
nasılsınız canlarım? bu hafta siz canım okuyucumu ihmal ettim farkındayım ama tam da aşk-ı memnu saati sınavım vardı. şu an sizin için hasta hasta klavye başındayım, toparlayamıyorum, madde madde yazacağım.
-bir erkek olarak beren saat'i çok güzel buluyorum ve sanırım üzülmesine kıyamıyorum. o yüzden behlül ve nihal ikilisi ölmenizde bir sakınca yok.
şu kızın üstüne gitmeyin abicim. şu son bölüm bakıyorum ağlamalar dellenmeler bence gayet de güzel oynuyo. özellikle final sahnesinde içim burkuldu lan. ben buraya dalga geçmeye geliyorum ağlamamak için zor tuttum kendimi.
-"ah bihter çok ayıp belki bunu açıklamak ama içimde tutamadım."
"her şey o kadar romantikti ki."
"behlül, behlül her zamankinden ne kadar farklıydı o kadar romatikti ki"
"gecenin başından beri bana sevgilisi olduğumu hissettirdi."
"behlül bugüne kadar tandığım kadınlardan çok farklısın dedi."
"sende arınmak istiyorum dedi."
"dün gece yeni bir behlül tanıdım bihter."
nihal reklam ajansı behlül haznedar'la seks saati'ni gururla sundu. e bizi de siksin bari, vallahi aklımız kaldı.
-çetin özder'in eve bak, hele hele... herif istanbul arkeoloji müzesi'nde yaşıyormuş da bilmiyormuşuz... zenginlikten çok soğudum yalnız, şöyle plazma tv karşısında kıçımızı başımızı kaşıya kaşıya bi dizi bi maç seyredemeyeceğiz anlaşıldı. hep heykeller, piyanolar, avizeler, abajurlar. otel lobisi gibi laaan... ay içim bulandı.
-bölümün kötüsü cemile... kimse istemiyor onu, herkes cemile konusunda bihter'e hak veriyor. cemile nasılsa iş bulur. cemile nasılsa cambridge mezunu.
"hatalı olduğuma karar verirsen özür dilerim cemile'den" dedi bihter... ne münasebet, allahın fakirinden özür mü dileceyeceksin bihto? senin bi özrün en az 2,5 milyon yavro bebeğim. pis, fakir, kokuşmuş, ezik hizmetçi parçasından özür dilemek mi, ne münasebet? alt tarafı 1810 yılındayız bihtop; sat köleyi, al köleyi... özür dilemek de neymiş?
"önce beşir, sonra ben; bihter hanım da rahata erecek..." cemile'nin kafaya erişmek için kuru sulu ne varsa getirin bebeğim. hepsini içeceğim. kuru sulu karıştırıp içeceğim...
ev onun gülüüm... seni her platformda savunurum ben cemile lakin bir insanın evinde rahata ermek için seni göndermesine itirazım olamaz. ev onun rahat onun. sen de al bir ev sen de düşünürsün "bu evde benim rahatıma kim, ne mani oleyor?" diye.
-dizide zengin görgüsüzlüğü, hatta hayvanlığı ile fakir terbiyesi, tevazusu arasında bir korelasyon kurmaya çalışıyorsanız o olay bi 40 yıl geride kaldı bebeğim. yaşar usta ve fabrikatör saim bey diyalogları yok artık. biz zenginler de gayet mütevazıyız.
ama hizmetçi tayfası harbiden kafasızmış lan. tekmeyi yeyince kalacak yeri olmadığı için "matmazel hizmetçi barındırma tesisleri"ne sığındılar.
dördüncüye falan söylüyorum. söylemekten bıkmam; yemeyin bizi. ana, baba, kız en aşağı beşer milyardan aylık onbeş milyar geliriniz var oğlum. yemesi, içmesi köşkten. bir gün de burnunuzu çıkarmadınız ordan zaten. alamadınız mı bi toki'den daire? yarını da mı düşünmediniz? nasıl kök salmaktır bu? "bu adnan ölür, kalır, batar, çıkar" da mı demediniz? bu nasıl patrona yamanmaktır? siz resmen ziyagil köşküne yeyici kadrosundan girmişsiniz. müstehak size. hakikaten de dramı gören sürgüne yolladılar sanır. bu üçünün toplam maaşı nihat dengi şirket çalışanınınkinden fazla değilse ben bir bok bilmiyorum.
brrreh... katya, cemile, nesrin, şaheste, süleyman, beşir yetmiyor. büyük temizliğe ekip çağrılıyormuş. vay anasını. benim garip kuş beyinli anama bak sen 120 metrekare evi bedavaya haftada bir dip köşe silip süpürüyor vay gerizekalı. ekip çağırsana. demek maaş verip hizmetçi tutsak bi de büyük temziliğe ekip bulmak gerekecekmiş. ev hanımlığı da zor zanaat kardeş...
-beşir'in durumu kötüye gidiyormuş, olley!.. işin doğrusu diye aşkı yüzünden, patronuna sadakati yüzünden sağlığından olan adam örneğini mi kakalamaya çalışıyorsunuz bize? dizideki yaşı olsun olsun 23-24... bu yaşta adamın canı pahasına sevmesini de sikerim ben sadakatini de, o kadar... biz sağlığını düşünenler bencil, ibne, götoş, sağlığını düşünmeyen beşir azılı romantik oldu canım. sağda müsait bi yerde ineyim ben.
-inanır mısın firdevs'çiğim benim de alışveriş yapmaktan viyanayı gezme fırsatım hiç olmadı. hep alışveriş, hep para harcamaca... gözü kör olsun bu zenginliğin. allahın fakirleri, orta direkleri ne güzel sırtlarına bi çanta alıp geziyorlar kiliseleri, müzeleri. ya biz elit kesim? evropadan 20 çantadan aşağısı geçireni daha dış hatlar çıkışı cemiyet hayatının seçkin yüzleri odunla dövüyor ayol...
bu arada viyana'da deniz mi var? ne mehtabı? varsa da var demeyin mesaj atıp yüzüme vurmayın cahilliğimi. dedim ya alışveriş yapmaktan gezmeye fırsatım olmadı.
-ana kız ne hain ayol bu yöreoğulları? adamın sene-i devriyesi oldu bi helva kavrulmadı, bi mevlüt okutulmadı... şu an belki gülüyorsunuz ama sıkıysa siz yapmayın bakalım eş dost tefe koyuyor mu sizi komuyor mu. iki mevlit şekeri yaptırıp dağıtsaydınız bari anacım. herifin daha mezarı oturmadı herkes anasının tiffany yüzüğünü merak etmekle meşgul. gidin babanızın mezarına da iki ot yolun.
-şimdi behlül; nihal'e çakınca farkettin ki bihter'e olan hislerin yalanmış. hayatının ilk sevişmesi gibi olmuş. ya seneye x'e çakarsan da yine hayatının ilk sevişmesi gibi olursa? ya nihal'e olan hislerin de yalansa? kimi salak yerine koyuyosunuz arkadaşım? herkese aynı lafları mı söyleyeceksin?
görüyoruz ki ki süper ,über fantastiko erkeğimiz haznedar şaraptan da anlıyor. tekne de kullanır, piyano da çalar, am üstünde göt de siker... isveç çakısı mübarek, magic bullet... her zenginlik nişanesini taşıyor. legion d'honneur eksik bi.
herif şirket toplantısına bile atkılı matkılı nişantaşı-suadiye style, komple tikiyiz üniformasıyla gidiyor. freestyle'a bak. memleketin en başat holdinglerinden birinin toplantısına bak hele sanırsın medrano sirki.
behlül'ün holywood-yeşilçam kırması "beni çok sev yalvarırım sana" tipi romantizmi nedir ki? ay tiksindim. lafla sevgi mi olur? aşkım, böceğim deyince aşk mı olur? biz anamıdan babamızdan böyle coşkulu sevgi görmedik kusura bakmayın. sevgi gece uyuduktan sonra gösterildi, ama biz hep bildik sevildiğimizi bu ne mıç mıç? yanıma kova koydum aşk meşk sahnelerinde içine öğürüyorum. ağda gibi yabış yabış.
filaşbeklerden de anladık ki bu behlül olacak götoş ikna etmiş kızı da. oh hem kendine aşık et, öyle evde dal taşak gezmek suretiyle ağzına gözüne zoom yapmak suretiyle, sonra da "senden tiskindim bihter öte git..." yeminle erkekliğimden soğuttunuz beni. lezbiyen oluciim.
.........
-kız evin mahzeni var inanabiliyor musun? sinema salonu da var mı acep?
-bekareti bozdurmayı bilmem ama kürtaj surattan belli oluyormuş. haberiniz olsun.
-peyker de maşallah kaynanası götü dibinden ayrılamıyor. gelin kaynana toprağındandır...
-yuuuh kafadan 20 yıllık çalışanlarının kızı, eline doğmuş insan evi terkediyor hem de senin yelloz karının kovması sonucu, sadece omza iki pıt pıt. insan nezaketen bi sarılır be. hadi canım hadi cemile'm yolun açık ola. sıvaz sıvaz.
-yine yeni yeniden kapı aralığından dinlemece. şu an çöktüm bi köşeye ağlıyorum. artık katlanamıyorum çünkü. keşke bir buzdolabı kutusu olaydı da onun içine girip ağlasaydım. sürekli kapı aralığından devam ediyor lan dizi. ben hayatımda kapı aralığından bir boka kulak misafiri olmadım. ya çevrem adam başı üçer gramdan fazla beyin sahibi, ya da entrika bizim yörelere uğramıyor. çoktan seçmeli.
-bu arabesk tavırlar hiç yakışmıyordu bu eve mi? e katya rus? ondan mı kalıyor. batılı uşak getirtin. elimde çok grotesk uşaklar var ister misiniz?
-bülent'te obsesyon olmuş artık onu farkettik bu bölüm, herif piyano başından sıçrıyo araba sesi duyunca. cam güzeli.
-"nasıldı tekne üşümediniz mi?" cinselliğe yaklaşımın bu işte adnan pıtırcığı. tek derdin üşümeleri he mi? ısıtmışlardır birbirlerini sen nasıl bişi olduğunu unuttun tabi.
-behlül ve adnan ikilisinin spor salonu diyaloglarını bıraktım dağınık kalsın. izlerken zaten güldüm ben bol bol. üzerine bişi katamam diye düşünüyorum. ama behlül ile ortak noktamız varmış bak. her sene aynı planlarla çıkıyoruz ebeveyn karşısına. lakin biz adnan ziyagil tarafından finanse edilmiyoruz. götümde bile çıban çıktı stresten laaan.
...........
aşk-ı memnu izleyicisi ve yorumlayıcısını küçümseyen burnu büyüklere sinkaflı küfürlerimi, siz canım okuyucularıma da kokulu öpücüklerimi yolluyorum.
where does this sümük come from?
hello. ay em from tekirdağ...
hastayım dostlarım;
elalemin nisan mayıs aylarını görende gevşeyen gönül yayları bende halen sabit duruyor. bende gevşeyenler sinüs yayları... havanın güzelliğine nasıl aldandıysam yaka bağır açıp attım kendimi yollara, ciğerlerimi üşüttüm zahir ki beşir gibi köh köh öksürmek ile sümük temizlemek arası yoğun bir aktivite içerisindeyim.
koca kış sarınıp sarmalanıp hasta olmadıktan sonra şu güzel havalarda şifayı kapmak kadar insana ne koyar ki? (beni bu güzel havalar mahvetti diyerek iyice geyiğin de dibine vurayım ki ne kadar yaratıcı olduğumu cümle alem görsün.)
o güzelim bebek poposu gibi hassas cildimi vicks denen mucizevi hayat iksiriyle sıvadığımdan dolayı klavyem dolan vücut sıvılarım tuşlara bastıkça kanon yapıyor adeta.
bilimsel bir açıklama arzulamıyorum ama nereden geliyor bu sümük? yok mu vanası? ay sonu faturası kaç gelecek? burun spreyleri derman olmaz oldu, tuvalet kağıdı rulolarından dağ yapıp üzerine tüy diktim, vicks sıvalı cemalim aydan görünen ilk insan uzvu oldu. bunlara rağmen olmadı, kurtulamadım.
bu kayda 09.04.2010 tarihinde başlamışım, sonra kenara atmışım. düşünün ki o günden beriye akan sümüğümle barajları, öksürüğümün şiddetiyle rüzgar türbinlerini doldurup evinize giren elektirik olabilirdim, olmadı. hep kaynak israfı, hep milli servet ziyanlığı...
neticede varacak bir nokta bulamıyorum. giriş gelişme sonuç adettendir.
sonuç; fırrrrrrrrrkkk....
hastayım dostlarım;
elalemin nisan mayıs aylarını görende gevşeyen gönül yayları bende halen sabit duruyor. bende gevşeyenler sinüs yayları... havanın güzelliğine nasıl aldandıysam yaka bağır açıp attım kendimi yollara, ciğerlerimi üşüttüm zahir ki beşir gibi köh köh öksürmek ile sümük temizlemek arası yoğun bir aktivite içerisindeyim.
koca kış sarınıp sarmalanıp hasta olmadıktan sonra şu güzel havalarda şifayı kapmak kadar insana ne koyar ki? (beni bu güzel havalar mahvetti diyerek iyice geyiğin de dibine vurayım ki ne kadar yaratıcı olduğumu cümle alem görsün.)
o güzelim bebek poposu gibi hassas cildimi vicks denen mucizevi hayat iksiriyle sıvadığımdan dolayı klavyem dolan vücut sıvılarım tuşlara bastıkça kanon yapıyor adeta.
bilimsel bir açıklama arzulamıyorum ama nereden geliyor bu sümük? yok mu vanası? ay sonu faturası kaç gelecek? burun spreyleri derman olmaz oldu, tuvalet kağıdı rulolarından dağ yapıp üzerine tüy diktim, vicks sıvalı cemalim aydan görünen ilk insan uzvu oldu. bunlara rağmen olmadı, kurtulamadım.
bu kayda 09.04.2010 tarihinde başlamışım, sonra kenara atmışım. düşünün ki o günden beriye akan sümüğümle barajları, öksürüğümün şiddetiyle rüzgar türbinlerini doldurup evinize giren elektirik olabilirdim, olmadı. hep kaynak israfı, hep milli servet ziyanlığı...
neticede varacak bir nokta bulamıyorum. giriş gelişme sonuç adettendir.
sonuç; fırrrrrrrrrkkk....
11 Nisan 2010 Pazar
şimdi uyuyayım yarın erkenden kalkıp yazarım...
perşembe günü okuldan 6 yıl sonra mezun olmama vesile olacak tek dersin vizesi var.
tuhaflık şu ki bu seçmeli bir ders. alttan alıyorum, devam zorunluluğum yok, bir kere seçince kurtuluş yok... gel gör ki ders de yok... çünkü açılmadı. yeter sayıya ulaşılamamış. hiç tanımadığım dolayısıyla not isteme şansımın olmadığı ikinci öğretimlerin tuhaf bakışları arasında olacağım sınavımı. bana da böyle bir ders yüzünden okulu uzatmak yakışırdı değil mi? en baba zorunlu dersten kalsam ne yazacaktım buralara?
her sınav dönemi olduğu gibi son geceye kadar ilk sayfadan başlayıp 3-5 sayfa sonra sıkılıp bırakmak üzerine kurulu bir ders çalışma stratejisi uyguluyorum. son gece de kıçıma neft yağı sürüyorum, büzük için çok faydalı. işin sırrı bu... (100 üzerinden) 20, bilemedin 40 garanti. harf notu olarak DD'ye tekabül ederse öp de başına koy, yeme de yanında yat...
tabi bu ilk sayfadan beşinci sayfaya günlük 25 dakikalık ders çalışma maratonum bana 24 saat stres, dert, gam, karabasan(evet uykumda bile) olarak geri döndüğünden dolayı flash oyun oynamak, dışarı çıkıp gezmek, telefonla milleti darlamak gibi aktivitelerden başkasını o çok kıymetli beynim kaldıramıyor. yazmak da buna dahil.
sözün özü; oğlanın canı çekmiş, heves etmiş fındık kafalı da açmış bu blog'u yarını yok bu işin diye düşünmeyin. perşembe'den sonra en komikli şakalarımla yine bilgisayar başında olacağım...
ps: "madem tek ders, 'tek ders sınavı' yok mu?" diye sorarsanız, derim ki tek ders sınavı 5 temmuz'da... askerlik için ağustos celbi kaçtı kaçar o zamana kadar. benimse en büyük emelim tsk bünyesine girmek; yaz sıcağında o yeşil kamuflajları çekmek, 150265 adamın bir arada yattığı o mis kokulu koğuşları solumak... istemediğim bir şey için bu kadar çaba sarfediyor olmam da ilginç.
tuhaflık şu ki bu seçmeli bir ders. alttan alıyorum, devam zorunluluğum yok, bir kere seçince kurtuluş yok... gel gör ki ders de yok... çünkü açılmadı. yeter sayıya ulaşılamamış. hiç tanımadığım dolayısıyla not isteme şansımın olmadığı ikinci öğretimlerin tuhaf bakışları arasında olacağım sınavımı. bana da böyle bir ders yüzünden okulu uzatmak yakışırdı değil mi? en baba zorunlu dersten kalsam ne yazacaktım buralara?
her sınav dönemi olduğu gibi son geceye kadar ilk sayfadan başlayıp 3-5 sayfa sonra sıkılıp bırakmak üzerine kurulu bir ders çalışma stratejisi uyguluyorum. son gece de kıçıma neft yağı sürüyorum, büzük için çok faydalı. işin sırrı bu... (100 üzerinden) 20, bilemedin 40 garanti. harf notu olarak DD'ye tekabül ederse öp de başına koy, yeme de yanında yat...
tabi bu ilk sayfadan beşinci sayfaya günlük 25 dakikalık ders çalışma maratonum bana 24 saat stres, dert, gam, karabasan(evet uykumda bile) olarak geri döndüğünden dolayı flash oyun oynamak, dışarı çıkıp gezmek, telefonla milleti darlamak gibi aktivitelerden başkasını o çok kıymetli beynim kaldıramıyor. yazmak da buna dahil.
sözün özü; oğlanın canı çekmiş, heves etmiş fındık kafalı da açmış bu blog'u yarını yok bu işin diye düşünmeyin. perşembe'den sonra en komikli şakalarımla yine bilgisayar başında olacağım...
ps: "madem tek ders, 'tek ders sınavı' yok mu?" diye sorarsanız, derim ki tek ders sınavı 5 temmuz'da... askerlik için ağustos celbi kaçtı kaçar o zamana kadar. benimse en büyük emelim tsk bünyesine girmek; yaz sıcağında o yeşil kamuflajları çekmek, 150265 adamın bir arada yattığı o mis kokulu koğuşları solumak... istemediğim bir şey için bu kadar çaba sarfediyor olmam da ilginç.
9 Nisan 2010 Cuma
sahi neden 1945?
hakikaten ya, neden 1945?
"oolum sen yazmalısın; sen new york times'lara, washington post'lara layıksın" diye kendilerini kuzgun, beni yavrusundan hallice gören can dostlarımın uzun gazlamaları sonucu bir blogcuk da kendim açayım dedim.
internet olmuş derya deniz, "kimin nesi yok ki benim blogum olmasın?" dedim kendi kendime. anam tokyo'da saat 10 olmuş, tsi desen 04:00 ben hala blog oluşturma peşindeyim. ilk deneyimim, ilk kendimi ifade çabam... bakalım ne boka benzeyecek.
ben aşk-ı memnu ile perşembe gecelerinize/cuma sabahlarınıza kendimce renk katan 1945, gerçek adımla ceyhun... 2008'den beri 8 nesil olaraktan ekşi sözlük yazarlığı yapmaktayım. ne işe yarar derseniz bilemiyorum, boyum 1-2 santim uzamış olabilir.
konumuza dönelim, neden 1945? ben de bilmiyorum. açıklaması bu kadar, bilmiyorum. daha doğrusu hatırlamıyorum...
interneti en yoğun kullanan, adına destanlar yazılmış 80'lerde doğup 90'larda çocuk olan milyonlarca ükeladan biriyim. internet ile ilk tanışmam, dün gibi hatırlarım, izbe bir internet kafe köşesinde, yıl 1998'i gösterirken gerçekleşmişti. o zamanlar kıvrım kıvrım kıvrılan pembecik beynim bu internet denilen nanenin ne işe yaradığını anlamamakla birlikte, yeniliğe direnen afrika köylüleri gibi "var bişe ama çok geleceği yok..." diyerek muhafazakar yapısıyla bir şey öğrenmemeye ant içmiş gibiydi. uzunca bir süre de kendi içinde tutarlı argumalar ile internet'in gereksiz olduğunu savunduğumu hatırlarım. aslında kısmen haklıydım çünkü o zamanlar bildiğim kadarıyla internet html teknolojisi yardımıyla görsel bir bröşürden farksızdı. (yazar erotik içeriği çok sonradan farkedecek.) internet karşısındaki bu mesafeli tutumum arkadaş çevremin vakitlerini bilgisayar başında geçirmeye başlamasıyla canciğer bir dostluğa dönüştü.
(hatta gördüğünüz üzere gece gündüz demeden kullanmak gibi boktan bir alışkanlık haline geldi.)
işte tam da bu dönüşme sürecinde nereden geldiğini halen anlamadığım bir nick sahibi olma ihtiyacı hasıl oldu bedene. nick mi dersiniz, takma ad mı, mahlas mı? her neyse. yıl jennifer lopez'in waiting for tonight diye havai fişekler önünde popo salladığı büyük millenyum. onu da hatırlıyorum. artık chat'te miyim, icq'da mı bilinmez "seç ordan bir nick, güzelinden olsun" diyen internet amcaya "bir kalem, bir pergel, bir de 1945 alacağım" diyerekten kod adımı 1945 eyleyivermiş bulundum.
aradan geçen 10 yıl içerisinde zamanı hatırlasam da o an içerisinde bulunduğum psikolojiyi hatırlamıyorum. ikinci dünya savaşı'nın bitişi, barışın gelişi diye gaza gelmiş olabilirim belki de, öyle de mesaj kaygılı bir çocuktum yaa ya...
zamanla üye olunan bütün sitelere doğrudan kullanıcı adı diye 1945 yazan ben, ekşi sözlük kayıtlı okur kaydını yaparken de "nasılsa yazar olamam" düşüncesiyle zerre tereddüt etmeksizin minik boşluğa 1-9-4-5 kodlayıverdim.
nasıl ki adımın ceyhun oluşunu çok fazla kafaya takmıyorum, sorgulamıyorum; nickimi de sorgulamıyorum artık. böyle kondu. böyle üfledi siber hoca kulağıma. o yüzden bana internet aleminde 1945 derler...
bu ilk yazımı görmezden geleceksiniz, 3-5 yıl sonra blog kaşarı olduğumda "sen bunları da yazmıştın" diye yüzüme vurmayacaksınız. acemilik.
"oolum sen yazmalısın; sen new york times'lara, washington post'lara layıksın" diye kendilerini kuzgun, beni yavrusundan hallice gören can dostlarımın uzun gazlamaları sonucu bir blogcuk da kendim açayım dedim.
internet olmuş derya deniz, "kimin nesi yok ki benim blogum olmasın?" dedim kendi kendime. anam tokyo'da saat 10 olmuş, tsi desen 04:00 ben hala blog oluşturma peşindeyim. ilk deneyimim, ilk kendimi ifade çabam... bakalım ne boka benzeyecek.
ben aşk-ı memnu ile perşembe gecelerinize/cuma sabahlarınıza kendimce renk katan 1945, gerçek adımla ceyhun... 2008'den beri 8 nesil olaraktan ekşi sözlük yazarlığı yapmaktayım. ne işe yarar derseniz bilemiyorum, boyum 1-2 santim uzamış olabilir.
konumuza dönelim, neden 1945? ben de bilmiyorum. açıklaması bu kadar, bilmiyorum. daha doğrusu hatırlamıyorum...
interneti en yoğun kullanan, adına destanlar yazılmış 80'lerde doğup 90'larda çocuk olan milyonlarca ükeladan biriyim. internet ile ilk tanışmam, dün gibi hatırlarım, izbe bir internet kafe köşesinde, yıl 1998'i gösterirken gerçekleşmişti. o zamanlar kıvrım kıvrım kıvrılan pembecik beynim bu internet denilen nanenin ne işe yaradığını anlamamakla birlikte, yeniliğe direnen afrika köylüleri gibi "var bişe ama çok geleceği yok..." diyerek muhafazakar yapısıyla bir şey öğrenmemeye ant içmiş gibiydi. uzunca bir süre de kendi içinde tutarlı argumalar ile internet'in gereksiz olduğunu savunduğumu hatırlarım. aslında kısmen haklıydım çünkü o zamanlar bildiğim kadarıyla internet html teknolojisi yardımıyla görsel bir bröşürden farksızdı. (yazar erotik içeriği çok sonradan farkedecek.) internet karşısındaki bu mesafeli tutumum arkadaş çevremin vakitlerini bilgisayar başında geçirmeye başlamasıyla canciğer bir dostluğa dönüştü.
(hatta gördüğünüz üzere gece gündüz demeden kullanmak gibi boktan bir alışkanlık haline geldi.)
işte tam da bu dönüşme sürecinde nereden geldiğini halen anlamadığım bir nick sahibi olma ihtiyacı hasıl oldu bedene. nick mi dersiniz, takma ad mı, mahlas mı? her neyse. yıl jennifer lopez'in waiting for tonight diye havai fişekler önünde popo salladığı büyük millenyum. onu da hatırlıyorum. artık chat'te miyim, icq'da mı bilinmez "seç ordan bir nick, güzelinden olsun" diyen internet amcaya "bir kalem, bir pergel, bir de 1945 alacağım" diyerekten kod adımı 1945 eyleyivermiş bulundum.
aradan geçen 10 yıl içerisinde zamanı hatırlasam da o an içerisinde bulunduğum psikolojiyi hatırlamıyorum. ikinci dünya savaşı'nın bitişi, barışın gelişi diye gaza gelmiş olabilirim belki de, öyle de mesaj kaygılı bir çocuktum yaa ya...
zamanla üye olunan bütün sitelere doğrudan kullanıcı adı diye 1945 yazan ben, ekşi sözlük kayıtlı okur kaydını yaparken de "nasılsa yazar olamam" düşüncesiyle zerre tereddüt etmeksizin minik boşluğa 1-9-4-5 kodlayıverdim.
nasıl ki adımın ceyhun oluşunu çok fazla kafaya takmıyorum, sorgulamıyorum; nickimi de sorgulamıyorum artık. böyle kondu. böyle üfledi siber hoca kulağıma. o yüzden bana internet aleminde 1945 derler...
bu ilk yazımı görmezden geleceksiniz, 3-5 yıl sonra blog kaşarı olduğumda "sen bunları da yazmıştın" diye yüzüme vurmayacaksınız. acemilik.
Etiketler:
1945,
ekşi sözlük
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)