30 Mart 2014 Pazar

artık kariyer dünyası çok ebeyin amı

başlığa benzer bir cümle gördüm bir kariyer sitesinde aklım çıktı. cümle tabii ki böyle değil "kariyer yolculuğu" (vay monako) gibi kendisi pek havalı mealen bana bir bok çağrıştırmayan bir başlıkla yazılmış bir yazıydı.

aman tengrim.
ulan daha yolculuğa (!) başlamadan tiksindirdiniz beni be geyik muhabbetinizle. 4 ayrı iş bulma sitesinde form doldurmaktan klavyemin tuşları silindi, yaz babam yaz. şöyle okuldan mezun oldum da, böyle kursları bitirdim de, şu şu programları bilirim; ingilizcem "limasollu naci" ayarında da bıdı da bıdı... yetmiyor klasik cv istiyor, yetmiyor önyazı istiyor, yetmiyor etkili girizgah istiyor, yetmiyor kişilik envanteri istiyor, yetmiyor anasının gözünü; ebesinin hörekesini istiyor. yeni doğmuş buzağının meme istemesi gibi istiyor da istiyor.

vermen yeterli değil, bakalım yeterince etkili mi o yazdıkların? o iş için anasını bilem satarım diyebiliyor musun? kendini adeta "ihraç fazlası penye" gibi pazarlayabiliyor musun? bakalım seni şirkete alınca siktirik firmamızı forbes dergisinin top10 (tapon) listesine sokabilecek misin? bizi fezaya gönderebilecek misin?

biliyorum salak değilim. "bizim şampuan saçlarınızı tertemiz yapar" sloganıyla satılan "tevazu kozmetik" yerine "bizim şampuanla saçlarınız ahenkle danseder, 800 metreden milletin gözünü alır, ağzınıza mızıka; götünüze tamtam çaldırır" diyen "very very cool cosmethics" malı ürünü herkesin tercih edeceğini. mecra bol nasılsa salla sallayabilirsen.

"kimisi ipek şampuan şu hayatta, kimisi keraste..."

e ama şampuan nezdinde maldan da bir farkımız olsun koduğumun dünyasında.

çok değil 1 hafta oldu kariyer sitelerini aşındırmaya başlayalı ama süslü ışıltılı ve iddialı kelime öbeklerinden katarakt oldu gözlerim. her halta bir ingilizce isim koyma çabası. herkes bi senior, olmadı junior; ya assistant ya director ya supervizor... hay dilinizi eşşek arısı soksun. ben senin verdiğin görevi yerine getirecem, sen de bana maaş vereceksin bu kadar basit... "her işe aldığımızı böyle nice eleyip sık dokuyoruz" deme bana yalanını sikerim. "artık kariyer dünyasında şunun şunun önemi var, ot bok, vidi vidi" diye bana beylik insan kaynakları cümleleri kurma ağzını yırtarım. torpili bile "referans" adı altında 'kurumsallaştıran' o çok dahi beynini parmaklarım...

beni işe al, ne iş yapacağımı göster, paramı ver. sokturtma kariyer yolculuğuna. (off çok etkili, bir o kadar agresif ve hırslı, kendinden emin bir girizgah aslında)


ne işe girecem bilemedim. hayattan soğudum demiş miydim?

4 Mart 2011 Cuma

İŞSİZLİK

sabah telefon sesine uyandım. ekranda tanımadığım bir numarayı görünce uyku sersemliğinin de yardımıyla "oldu bu iş" diye içimden geçirmişim. nitekim de oldu, şimdi çok uluslu bir şirketin genel müdürüyüm.

diye yazsam ya ben buraya.
yok arayan; şirketlerin ucuza web reklamı yayınlaması için varlığını sürdüren hantal kariyer siteleri gibi olmayan, daha yöremize özgü, daha spesifik, daha butik, daha bize has bir iş bulma kurumuydu. özgeçmişimi word formatında istediler de. üye olursan ekime olmazsan skime kadar felsefesiyle insanları 30 kb'lık (evet cv'im fındık kadar) bir word dosyası ve max 2 mb bir vesikalıktan gayrı görmeyen hafif tabirle umut tacirliği yapan büyükbaş sitelerin yanında pek bir profesyonel gözüktü gözüme bu tavır. en nihayetinde insanız değil mi? önce insan.

bu babta bir adam yerine konmak bile beni mutlu ettiğine göre sanıyorum sandığımdan daha çok gözüm korktu bu kariyer denen protez dişli canavardan. "yeter ki beni küçük görmeyin de ne isterseniz yaparım" diyecek kıvama mı geldim? neleroleyor?

yok kazın ayağı öyle değil tabii ki. iş tecrübesizliğinden kaynaklanan bir mesele bu. karşındakinin de etten kemikten bir varlık olduğunu unutmak gibi bir hataya düşüyorum.
yenibiriş' in o turkuvaz tonları ya da kariyer net moru; o tek tuşla sektörde sektöre ceylan gibi sekme şansı tanıyan bolluk, o şirketleri adeta oyun bahçesi, adeta google'ın enseye şaplak göte parmak çalışma ofisi gibi gösteren tanıtıcı resimler, sağdan soldan akan "dün bir halt değilken bugün nasıl bilmem nereye amir oldum, tabii ki bu siteyle" ayarında nereden nereye ibretlik hikayeler falan derken insanın gözleri kamaşıyor azizim. sanki yazdıklarımı okuyacak, beni değerlendirmeye alacak otorite insan değil. autobot oturuyo o kompiterin başında.

bu bağlamda hepimizin doğuştan pazarlamacı olduğunu varsayan, şu kariyer zırvalarının en beylik fakat sanıyorum en doğru lafı olan "kendini satacaksın" cümlesini de aşarsam daha sıkıntısız bi sürecin içine girebilirim gibime geliyor. yani inceden kendimi satabilirim diye düşünüyorum. ha "ich bin ceyhun" seviyesindeki almancasını "yabancı dil: almanca, seviye: başlangıç" diye kakalamaya çalışmak, nasılsa sormazlar diye "okul okumadık bizimki safi projeydi" diye quiz'leri bile proje diye süslemek kendini satmaksa, satmam kalsın. beni olduğum gibi sevin lan.


böyleyken böyle; umutsuz değilim ama şimdiye kadar gözlemlediğim mezun olma-> askerlik (opsiyonel)->iş bulma tipi süregelen hikayelerde iş arama süresi genelde aday patolojik belirtiler göstermeye beş kala son buluyordu. umuyorum beni delirtmezsiniz.


diyeceksiniz ki "ulan bütün muhabbetin iş miş kariyer, bizim için çok da tın"...
anlayışla karşılarım.
bugün can sıkıntısından babaannemin eski evine gidip bir hışım salonun soba isinden sararmış ahşap döşeme tavanı bi leğen kloraklı (izmir'li değilim ama çamaşır sulu su da ne ola ki) suyla haldır haldır yarım saat silip manen rahatlamamı mı alatayım? hep gülelim istiyosunuz.

1 Mart 2011 Salı

öyle bir geçer zaman ki


"öküze özenen kurbağa misali çatlayacam yakında..."


keh keh, nasıl şaşırtmaç ama? bu seferlik buradan sesleniyorum; duyan duymayana haber versin. aslında hiç yazasım yok, içim çok bayık ama işte dizi yorumu beklemez.

  • vay be banka şubesi koltuğu da olsa koltuğu kapınca kağolin ne kadar şeytanlaşıyormuş gördük. bir banka temsilcisi olarak tıpkı bankalar gibi %50 payını da alır, vergisini de, stopajını da, evrak masrafını da... sen ali'yi dolandırır borçlu çıkarsın. "yağısı yağısı" diye diye sikip atar pazarlığı.
  • bu murat'ın nesi var? menenjit mi geçirmiş? kafada kalıcı hasar var mı? aylin ile evlenecek diye bi kan can gelmesi ne ola ki diye düşünüyorum çünkü ben. fiziksel olarak ilerleyen çocuk zihinsel olarak yerinde sayıyor çünkü; "annemler istemiyo ama ben öyle düşünmüyorum ihhi" deyince hemen sorunlar çözüldü. anca otursun gelinlikli, pembe panjurlu hayaller kursun. yazık. acık mental yollar da açılaydı...
  • solcu kini de çok pismiş hacılar. yoldaşlar hemen sırt çevirdi berrine gammaz diyerekten elinişzde kanıt da yok sanırsın kızceğiz mc donald's'ın marka yüzü oldu. hayır davaya ihanet ettiği gibi bir de 2 bölümde bir davanın ileri gelenlerinden birine ver ediyor tokadı. şamar içinde kaldı türk solu.
  • cemile bok mu var şimdi köşke gidecek? ilk günden holding patronunun köşküne gidiyon da hangi sıfatla yani? bi dur durak bilin ya. tarabya'dan geçer miymiş? geçer. istanbul turu atıyonuz gibime geliyor. anaaam deli var ya köşk'te. osman boğulaydı cemile de aynı böyle olacaktı ama köşk yok havuz yok. neyse. hikmet'in var nasılsa. deli abla tabii ki hikmet'in öz karısı... karısı'nın onca ilgisine rağmen çalışalarının hödüklüğü? hiç kurumsal olmadı şimdi hikmet holding... muhasebecisi olsun, bahçevanı olsun, bakıcısı olsun; umut sarıkaya'nın bi lafı var "dargelirlinin dargelirliyi daha bir coşkuyla ezmesi" diye, o hesap hepsi.
  • tombalacık halimem... 60'larda gece klübüne izleyici olarak düşeceğime 2010'larda pavyona konsomatris olarak düşeyim daha iyi.
  • ananın evinde de hep rokfor peyniri vardı değil mi neriman'cığım. seni çözemiyorum derdin ne?
  • "-bugün evleniyorsun" "-aylin'e haber verildi mi?" yok verilmedi. kendi kendine evleniyorsun.
  • aylin "ben evleniyorum" diye pankart açsaymış daha az şüphe çekermiş değil mi ciğerlerim. hoş pankartı da açsa, af buyur kıçını da açsa anasının ağzından "bu kızda bir hal var" cümlesi dökülecekti. ayrıca öyle bir dram ki verdiğiniz yaylılarla kemalarla sanırsın kız ipe gidiyor. al tarafı kocaya kaçıyor ayol o dönem türk kızlarının yarısının yaptığı iş. (kaçtığı adamı sevmiyor olabilir. biz de babanla evlendikten sonra aşık olduk yavrum :/)
  • berrin bir; emperyalist güçler iki.
  • "gönül işleri vs. siyasi meshuliyetler..." bu ahmet belli bir örgüt çatısı altında mı? belli bir siyasi akım uyarınca mı takılıyor? oralarını izleyemedim yoksa öyle emprovize solcu mu? hayır, sol var sol var...
  • çözemedim notere ne gösterip de satış yaptı ki bunlar? noter de mi sahte? bu teknenin bir ruhsatı bi tapusu mapusu yok mu ki? varsa kimin üzerine? mal benim demek yeterli mi? sözümüz senet mi? öyleyse yarın ben de bi transatlantik satarım hacı.
  • karolin de ali'yi sevmiyomuş. e şimdi aylin murat'ı sevmiyo. karolin kimseyi sevmiyo, ali cemile'yi sevmiyo, carolin'i de sevmiyo. ali kimseyi sevmiyo. neriman kocasını sevmiyo. neriman kimseyi sevmiyo. çocuklar babalarını sevmiyo. cemile ali'yi sevmiyo... daha gider bu... ve bunca sevgisizliğe rağmen herkesin biribirini boğarcasına dip dibe takılıp birbirlerinin işlerine burun sokmadan birbirlerini birbirlerine muhtaç etmeye çalışmadan gün geçirmemesi durumlarının bütününe öbgzk diyoruz.
  • nasıl mı? misal şimdi cemile "iş buldum" diyerekten hasefe hanım'a çocuk emanet etmeye çalışır. o esnada da neriman cemile'nin iş bulduğuna dair haberleri kapı aralığından duyar; e iyi işte ne güzel cemile iş bulsun çıksın gitsin hayatından. "kaynanamın maaşı da komple bana kalır. yarın öbürgün de bi ev mev bulur belki bi koca bulur sabilerini de alır basar gider hayatımızdan temelli" diye düşümüyor da cemile'nin işine taş koymaya çalışıyor. e cemile çalışmadıkça ziv ziv ali'nin kapısının önünde bağrışmaya devam edecek, sana da musallat olacak; kocandan, kaynanandan yardım isteyecek. halbuki çalışsa bir daha gözüne gözükmeyecek belki. "sevmiyorum ama gözümün önünde olsun"culuk...
  • peki hacı sırf kötü kalpli olsun dediniz de başka müdür karakteri çizemediniz mi? okula müstahdem olarak girmiş de parti kadrosundan müdür olarak tepeden inmiş gibi. bu nası bi tip? necati'den çok mete'den çok önemsedi o müzik yarışmasını. çık sen söyle bari.
  • vay be hiç çalamamak, hiç söyleyememek; çok morali bozulmak falan. davulcu, gitarcı, necati falan hep ot bunlar, sustalı maymun bunlar; çal de çalsın dur de sussun. ama mete öyle mi? mete'nin hisleri var. hocasına üzüntüsünden şarkı söyleyemiyor. hani "show must go on"du? (gerçi freddie mercury daha 20'sinden yeni gün almış o zamanlar.) hep sorun, hep problem ama bir yandan hep orijinalite, hiç sıradanlık yok. yoğun algı, yoğun izan, sen ben gibi mal değil. öğretmen lehinde müdür aleyhinde olsa da hep bu çocuğu düşünüyorlar. diğerleri davar sürüsü. mete başka. hisli çocuk.
  • şlaks, şlaks, şlaks... vay canına. tokat endeksi bir hayli yükseldi, dizi karakterleri eller şamar vaziyette hazır bekliyor sanırsın. elleh havada davranın siz elbet birinin yanağına isabet eder be hacı. o kadar şakırdattınız ki etkileyiciliği de kalmıyo arkadaş. dayağın, şamarın, zopanın arsızı oldu bunlar
  • 60.000 tl artık zamanına göre nasıl bir meblağ bilemiyorum. kıyıya çekilmiş tekne/türk lirası paritesine göre hesaplayınca pek etmiyor gibi. 60'larda teknenin kilosu fahiş fiyattan gidiyordu zaar, yoksa günümüz ederinde öyle 4'te biri uğruna koca dolandırılacak; 20'de biri uğruna canından olunacak/katil olunacak bir para olmasa gerek.
  • mevzubahis -yavru-vatansa gerisi teferruattır he mi? bir kız uğruna koskoca "sol"dan kovuldun ahmet. hadi bakalım gelsin örgütsüz mücadele.
  • devlet kurumunda, hem de lisede, hem de 60'lı yıllarda bu kadar mıç mıç böyle tivist danslı falan bir ilişki olsun hiç zannetmiyorum. "get a room inci hanım" derler adama.
  • "hadi meteyi okuldan atalım etabı.." bu ne mi? bu; "cemile ve çocuklarına nasıl ızdırap çektirebiliriz yarışması" nın milli eğitim liselerarası ayağı. şimdilik necati, müzik hocasının sözlüsü ve müdür arasında paslaşmalarla giden tatlı bir rekabet var. zaman ne gösterir bilinmez, kazanan kim olur bilinmez ama bilinen tek bir şey var gerçek kaybeden tabii ki de cemile'nin genlerini taşıdığı içün mete olacak.
  • "balıkçının tezgahı dağıttığım gibi onu da dağıtırım" gibi bir cümle duydum. holding, şirket, tezgah... bunlar hep ticari birimler olabilir lakin holding lan. holdinge de mi atacaksın bir kapıcı tekmesi? onu da mı yıkcakasın "karıma nasıl iş verirsiniz?" diye?
  • aşiyan= kuş yuvası, bulmaca çözenlerimiz hemen çaktı bu meseleyi. kültür mantarlarım benim. cemile'nin algoritma bambaşka çalışıyormuş onu da farkettik. teey nereden nereye hemen kurdu bağlantıyı aşiyan= kuş yuvası (ise) sakallı=hikmet... aynısını az sonra aylin'in evde yokluğunu öğrendiği gibi kimliğine bakmak için çekmeceye saldırışında da gözlemleyeceğiz.
  • madem bu murat'ın ölmesini gelin-kayınbirader olarak dört gözle bekliyorsunuz o zaman bi sahte nikah kıyıverin nerden anlıycak ki murat zaten safsalak. ölene kadar bekleyiverin sonra soner'le evlenirsiniz. yok işte "anneme üzüldüm." başım ağrıdı", "vajinismusum azdı" ,"televizyonda kaynanalar başladı" falan diye yutturursun yatak faaliyeti de olmasına gerek kalmaz gibime geliyor.
  • şimdi bu hikmet "ben de bir zamanlar ali gibi am budalasıydım" tarzı bir benzetme yapıyor ya ali ve kendi hayatı hakkında, şöyle bir fark var bu bıyık hakkaten sevmiyo ki lan çocuklarını. hoş kimseyi sevmiyo tuhaf bi tip. anasını da sevmiyo ki. neyse bıyık vs. sakal dersek, sakal wins.
  • ben şahsen koca gün müzik hocamla, onun nişanlısıyla ve okul müdürüyle kırkıldım anne, büyükler ligindeyim. itlik, serserilik, uğursuzluk peşinde koşarken; hocamın nişanlısı kaçak et kesiyor diye mimikten mimiğe girerken, hiç farkedememişim; kızkardeşim okuldan döndü mü, okula girdi mi, gecenin bir yarısı olmuş eve geldi mi, evlendi mi, doğurdu mu hiç haberim olmamış.
  • kadın "kızımı kaçırdılar" diye ihbarda bulunmuş, iki ekip arabası doluşmuşunuz çoluk çombalak cabası; korumalarla dalaşmaya mı geldiniz onca yolu? olm en azından bi ev sahibini falan çağırttıraydınız. ne diyecekti kapıdaki koruma? "kızı kaçırdık evet, ama madem basıldık alın geri" mi diyecekti bodyguard(!)lar polis emmi? "iznimiz yok, gidelim" falanlar...
  • allah belanı virsin aylin. nedir bu anan cemile'nin baban ali kaptan ve mahdumları ve kerimeleri sizlerden çektiği ya?

bu haftalık bu kadar, öyle bir geçer zaman ki, işsizlik aynıyla vaki. para veriyonuz mu para? yoook vermiyonuz.

10 Ekim 2010 Pazar

ayının 40 türküsü var 40'ı da armut üstüne (1945 askerde no:2)

yine bir cumartesi, yine bir haftanın sonu... (ki terminolojide buna "şafak atması" deniyor.) ve ben yine çarşı iznindeyim. geçen sefer bahsettiğim gibi çarşı izni beyyle sivil kıyafetlerizi giyip, meşrebince süslenip püslenip (allık sürecek değiliz!) nöbetçi komutana "çarşı izin belgesi"ni imzalattıktan sonra 5 saatlik bir süre boyunca (yerine göre değişir) ifa etmek için bölüğümüzden (karakol, alay, kolordu, her neyse) neşeli çocuklarcasına firar ettiğimiz, adeta hayattan çaldığımız, adeta şafaktan çaldığımız bir ibadetçesine gerçekleştirdiğimiz bir okazyondur efenim.

şu an bu satırları kendi dekore ettiğim çalışma odamda, taze demlediğim filtre kahvem eşliğinde yazıyorum dersem götünüzle gülünüz. çarşı iznine çıkmış diğer onlarca er ve erbaş gibin kaaantır (counter strike) oynayan yöresel veletlerin "atsana oğluuam" çığlıklarının yankılandığı bir internet kafe köşesindeyim. (sanıyorum yangın çıktı. ne kokuyo la?) ha yöre pınarhisar veletlerin de benim 15 sene önceki halimden pek bi farkı yok, tipik trakya susağı. ama şu bitmeyen soktuğumun kantır modasını yaratan fevkalbeşerleri kocaman öpüyorum, o ayrı...


hafta hafta askerlik ile ilgili bazı mefhumlardan dem vuracağım demiştim. bu hafta gazino...

hemmen tdk tanımına bakıyoruz; Yemek yenilen, gösteri izlenen, müzik dinlenen, bazen oyun sergilenen eğlence yeri.

parça parça analiz edersek ne yemeği? ne gösterisi? ne müziği? ne oyunu? gazinoyu duyan da assolit'in emel sayın olduğu alt kadrosunda izzet altınmeşe ile zeki-metin'in sahne aldığı fuar göl gazinosuna gidiyoruz sanacak hele hele.

gazino dediğimiz, fayans zemine sürttükçe dünyanın sayılı korkunç seslerinden birini çıkaran sandalye ve masalarla bezeli, nöbetten gelmiş askerlerin uyukladığı, televizyona ait kumandanın kapanın elinde kaldığı ve ekseriyetle enteresan televizyon yapımlarının izlen(eme)diği kapalı mekanın adı. ekseriyetle diyorum çünkü herhangi bir televizyon kanalının izlenme süresi (futbol müsabakası hariç) ortalama 5 dakika ile sınırlı. başı kıçı meçhul bu anlık sekansları sigara yasağına rağmen sebatla birleştirmeye çalışacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz canlarım.

neyse işte olay bundan ibaret, bu gürültüde dikkatim dağılıyor. triplex dağ evimde yeni romanım üzerinde çalışacağım zaman uzun uzun yazarım artık. o zamana kadar şafak 90 küsür başka da yok.

3 Ekim 2010 Pazar

parmaklıklar arasında (1945 askerde no:1)

malum vatani görev icabı 335. ksd olarak yapmaktayım askerliğimi. jandarmayım. (güzel yurdun güvenliği emanettir bizlere, jandarmadır ulaştıran adaleti her yere ; (jandarma marşı)) uzun boyumun kurbanı olarak cezaevi kapıcısı yaptılar beni. aç-kapa... pınarhisar cezaevi'nin önünden geçerken el sallayın bana, korna öttürün...

daha fazla devam edemiyciğim malum çarşı izni...
çarşı izni; izindeyken yapacak bir şey bulamayıp mal gibi oturduğun ama bir yandan da bitmesin diye dua ettiğin şeye deniyor. elinin altında mevcut olan bilgisayar, cep telefonu gibi teknolojik nimetleri zamansızlık, beyinsizlik ve dahi mahremiyetsizlik yüzünden efektif olarak kullanamama saatleri de denebilir. 5 saat içinde hem kebap hem tatlı yiyeyim, hem 3-5 kahve içip sodasız da kalmayayım; hem karnım hem gözüm doysun diyerek mide fesadı geçirdiğin zaman dilimi de olur.:.

ilerleyen günlerde askerlikle ilgili tanımları anladığım kadarıyla yazmaya devam edeyim diyorum. (alnımızada parıldayan şeref ve şan arması, kahramanlar kahramanı yılmaz türk jandarması)

haftaya gazino... (mevcut televizyonu izleyemeyelim diye ihtiva eden kapalı mekan gibi bişi. bi nevi rekrasyon alanı galiba.)

fatmagül'ün suçu mu ne? senin fatmagül'ün bir melekti yavrum.

eyvah inzibatlar....

10 Ağustos 2010 Salı

tü tü tü

nazarlamayın canlarım acemilikten sonrasını da hatırlatmayın ama hayatımda mesafe bakımından gördüğüm en ballı askerlik bana çıktı.

evim tekirdağ-saray'da; askerlik kırklareli vize'de... yani komşu iki ilçe. yani kakam geldiğinde katetmeye üşendiğim mesafeler kadar bile yok. çok acayip.

neyse böyleyken böyle. bundan sonra güne filtre kahvesiz başlayabilirim belki ama haftasonlarımda kavanoz kavanoz kahve içerim artık.

bana yıllardır gülmeyen talih; şimdi mi gülüyorsun? yoksa ibneliğine mi gülüyorsun?

8 Temmuz 2010 Perşembe

filtre kahvesiz güne başlayamoyorom.

başlığı oluşturan cümle bana ait. 2-3 sene öncesine kadar filtre yerine "nes", kahve yerine kafe vardı bu cümlede; güne başlayamamak sabitti. güzel dostlarım bana ev hediyesi olaraktan hayriye adını verdiğim kahve makinesini getirmeselerdi sanıyorum ben paracıklarıma kıyıp bir tane almaz, güne de pek ala filtre kahvesiz başlayabilirdim.

1 ay sonra "koğuş kaaaalk" diye gecenin kör karanlığında ranzaları tekmeleyen yetkiliye "yalnız ben filtre kahvemi içmeden ayılamam, zaten sabahları da en az bir saat kendime gelemem, mutsuz uyanıyorum" diyemeyeceğime göre elveda prensipler, huylar; elveda ay elveda feza.

sen de bahane arıyorsun ibnetor diyeceksiniz ama benim yine yazasım yok. sporu diyeti falan da koyverdim. şu askerlik de aradan çıksın, ben nasılsa tekrar "...aradan çıksın" diyebileceğim bir durum sokarım araya. "bi durulsun" adamlarındanım ben.

arada gelip kısa kısa saçmalarım gidene kadar.